ŞUNA DEĞMİŞ BUNA DEĞMEMİŞ…

Zeki SARIHAN

            Seçimine daha üç yıl varken cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerinde yoğun bir tartışma yürütülüyor. AKP’nin doğal ve partisi içinde rakibi olmayan adayı belli. Tartışma CHP’nin veya Millet İttifakının adayının kim olması gerektiği üzerinde yoğunlaşıyor. AKP sözcülerinin de CHP’den adayları var! Geçen seçimlerde “Kılıçdaroğlu aday olsun!” diye tutturmuşlardı. Böylece CHP’nin oylarının cumhurbaşkanı seçmeye yeterli olmadığı bilindiğinden Erdoğan’ın seçilmesi garantiye alınırdı.

Kılıçdaroğlu, geçen seçimde Millet İttifakının tümünün üzerinde uzlaşmaya varacağı bir aday üzerinde ısrar ettiyse de gösterdiği aday İttifakın bazı bileşenleri, hatta CHP içinde tasvip edilmediğinden bu işe çok teşne olan Muharrem İnce’de çar naçar karar kılındı. İnce ancak oyların yaklaşık yüzde 31’ini alabildi ve seçimler ikinci tura bile kalmadan Erdoğan seçildi.

Gelişmeler hiçbir muhalefet partisinin Erdoğan’a yetişemeyeceğini gösterdiğinden ittifakla bir adayın onun karşısına çıkarılması gündemdeki yerini koruyor. Muharrem İnce, kendisinin aday gösterilmesini veya desteklenmesi seçeneklerini zorluyor ise bundan hiçbir umut görülmüyor.

“Niçin solcu bir aday göstermiyoruz?” diye direten bir kesim var. Bunlar seçimden tamamen umutlarını kesmiş olmalılar, istemeyerek de olsa AKP’nin ekmeğine yağ sürüyorlar. Akıl var, yakın var: Bir adayın solcu kimliği ile CHP yöneticilerinden birinin, örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını isteyenler akıllarını peynir ekmekle yemiş sayılırlar. İyi ki Kılıçdaroğlu, bu kışkırtmalara kapılarak cumhurbaşkanı adayı olmuyor.

Geçen seçimlerden beri, CHP kimliği taşıyor olmakla birlikte Millet İttifakının desteklediği, hatta bu ittifakın dışından bile oy almış iki belediye başkanı var. Eski bir merkez sağcı Ekrem İmamoğlu ve eski MHP’li Mansur Yavaş. Böylece gündemdeki adaylar çeşitlenmiş oluyor. Seçime kadar kim bilir başka hangi seçenekler ortaya çıkacak.

Daha önceki seçimlerde CHP ve MHP’nin ortak adayı olan Ekmelettin İhsanoğlu’nun üzerinde çok tartışıldı. Onun adaylığı isabetli bulunmuyor olabilir. Fakat “O bir İslamcıdır. Sağcıdır” eleştirileriyle adaylığına karşı çıkmak doğru mudur? Burada Sayın İhsanoğlu’nun lehinde ve aleyhinde bulunacak değilim fakat insaf ile düşünülsün. Kendisini aday yapan partilerin o zamanki ortak programı olan laikliğe, kuvvetler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne sahip çıkacağını ilan eden İhsanoğlu bugün cumhurbaşkanı olsaydı, Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’den daha iyi bir noktada mı, daha kötü noktada mı olacaktık?

Bazı dostlarımız “Ya hep ya hiç” demek istiyorlar. Ve bu tercihlerden daime “hiç” şıkkı gerçekleşiyor.

İnternetten bir röportaj izledim. Cumhuriyet TV adına bir gencin eline mikrofon verip sokağa salmışlar. Rast geldiklerinden CHP’li olduğunu öğrendiklerine soruyor: “Abdullah Gül’e oy verir misiniz?” Birkaç kişi “veririm”, birkaçı “vermem” diyor. Ardından ikinci soru geliyor: “Sağ kökenli birinin CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olmasını nasıl karşılarsınız?” Yanıtlayanların bir kısmının soruyu sorandan daha akıllı olduğu anlaşılıyor. “Bugün sağ-sol zamanı değil”, “niçin olmasın?” “Bence makul” gibi yanıtlar veriyorlar. Ve Cumhuriyet tv bu röportajı “şu başlıkla veriyor: “Tepkiler Çığ Gibi!” Muhabirin kendi arzusu veya onu sokağa gönderen gazete yönetiminin mi beklentisi bilinmez. CHP’lileri Abdullah Gül’ün adaylığı karşısında feveran eder halde göstermek istiyor. İstediği sonucu alamadığı halde önceden kararlaştırdığı başlığı değiştirmiyor.

GÜNEŞ HER GÜN YENİDEN DOĞAR

Benim muradım Abdullah Gül’ün başkan adayı gösterilmesi veya gösterilmemesi değil. İlke olarak muhalefetin her kesiminin desteklediği bir aday üzerinde uzlaşılması. Eleştirmek istediğim, muhabirin sokak röportajında sorduğu, muhalefet içinde de taraftarları olan şu anlayıştır: “Sağ kökenli birinin CHP’den aday gösterilmesini nasıl karşılarsınız?” Dikkat edilsin “Sağcı” bile demiyor. “Sağ kökenden gelen” diyor. Bu anlayışa göre sağcılar hep sağcı, solcular hep solcu olarak kalır. Veya kalsalar da politikaları hiç değişmez! Değişim mümkün değildir! Oysa önce solcu olup da sağ partilere dümen kıran nice politikacı gördük. Sağ partiler onu “kökenine” bakmadan kabul ettiler, hatta bakan bile yaptılar. Böylece kendi politikalarını güçlendirdiler.

Dünya nasıl öküzün boynuzunda havada sabit durmuyorsa insanlar da değişiyor. Yeni arayışlar ve ittifaklar arıyorlar. Ne gariptir ki, geçen seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun aday göstermeyi başaramadığı, belki hâlâ aklında olan Abdullah Gül için milyonlarca insan meydanlara dökülmüş, onun Erdoğan tarafından cumhurbaşkanı adayı gösterilmesine karşı Cumhuriyet mitinglerini yapmıştık. Umudumuz, laiklik konusunda daha duyarlı olan partisiz birinin cumhurbaşkanı yapılmasıydı. Olmadı. Fakat gelinen noktaya bakınız ki, Abdullah Gül, bugün Tek Adam rejimine karşı partiden kopan diğer başbakan ve bakanlarla birlikte Erdoğan’la mücadele ediyor. Sosyal demokrat ve sosyalist muhalefetle birlikte Parlamenter sistemi ve kuvvetler ayrılığını övüyor.

Hayat bize bir şey öğretmiyorsa bari Erdoğan’ın tutumundan ders alsak! Bakın o kendisi için daha önce ağıza alınmayacak sözler söyleyen MHP genel başkanı ile Demokrat Parti Başkanı ve şimdi içişleri Bakanı Süleyman Soylu aleyhinde bir şey söylüyor mu? kendisiyle uzun yıllar kanlı bıçaklı olmuş, AKP’nin kapatılması için dava üstüne dava açmış  ve şimdi hükümeti destekleyen Doğu Perinçek hakkında eski defterleri karıştırıyor mu? Çünkü güneşin her sabah yeniden doğduğunu, dünyanın her gün yeniden kurulduğunu biliyor. Bunu sağcıların bilip de solcuların bilmemesi ne kötü!

İktidar mücadelesi “Şuna değmiş buna değmemiş” anlayışıyla yürütülemez. (19 Ağustos 2020)