TATİLDE ÇOK KİTAP OKUYUN!

Zeki SARIHAN
Tatil bitiyor. Her yıl öğrencilerin karnelerini verirken onlara tatilde kitap okumalarını tavsiye ederdik. Fakat ders yılı içinde okuma alışkanlığı edinmeyen bir öğrencinin bu tavsiyeye uyması beklenemez. Çünkü kitap okuma, tatil aylarıyla sınırlı olamaz. O, her yaşta, her işte yapılması gereken vazgeçilmez bir faaliyettir. Okumayı alışkanlık haline getirmek gerekir. Geçtiğimiz dönemde Prof. Sedat Sever’in Ulusal Eğitim Derneğinde çocuk kitapları ve okuma alışkanlığı konulu bir konferansında ben de kendi çocukluğumdan bir örnek vermiştim:
“Köyümüze iki saat uzaklıktaki Korgan’a mısır götürmüştüm. Orada bir bakkalda çocuk kitaplarının da satıldığını gördüm. 15 kuruşa Kibritçi Kız kitabını aldım. Dönüşte eşeğin sırtında bu kitabı okudum. Eşeğim nasıl olsa yolu biliyordu.” Bu anı Sever’in pek hoşuna gitmişti.
Ben emekli bir Türkçe öğretmeniyim. Her öğrencinin ayda en az bir  kitap okumasını, bunu Kitap Tanıtım Defterine özetlemesini, tahtaya kalkıp anlatmasını, dersin vazgeçilmez bir parçası olarak uyguladım. Öğrencilerimin benim öğretmenliğimle ilgili hatırladıkları en önemli uygulama budur. Okuma alışkanlığını bu yolla kazandıklarını anlatanlara çok rastladım. Benden “kurtulduktan” sonra kitap okumaya boş verenlere de!
Bazı ana babalar çocukların elinde kitap görmekten hoşlanmazlar. Bunun çocuğu derslerinden alıkoyduğunu sanırlar. Oysa yerli yerince yapılması şartıyla kitap okumak hayatta yetişmek için en büyük yardımcıdır. Okumak insanı hem bilgi sahibi yapar, hem de inceltir. Ruhunu besler. Ben çok yararını gördüm, görmekteyim. 
 Temmuzun son haftasında “tatil” için Ayvalık’a gelirken, yanıma okunma sırası bekleyen 8-10 kitap aldım. Geçen yıldan yazlıkta kalan kitaplar da vardı. Hoş burada kitapsız kalma tehlikesi de yoktu. Ayvalık Halk Kütüphanesinde binlerce kitap okuyucu bekliyor. Bir kez çocukları da alıp gitmiş ve geçici okuyucu kartı çıkararak kitaplar almıştık. Bir hafta süren Makedonya gezisinde yanıma kitap almadım. Gözüm kulağım gezeceğim yerlerde olmalıydı. Kalan bir aylık sürede 8 kitap okuyabildim. Dokuzuncusu olan “İştirakçi Hilmi’ye başladım. 
Şimdi bu ay okuduklarım hakkında biraz bilgi vereyim:
Ankara’da başladığım 774 sayfalık Musa Dağ’da Kırk Gün romanı (Franz Werfel, çeviren Saliha Nazlı Kaya, Belge yayınlarlı, altıncı baskı, 2016), 1915 Ermeni Tehciri günlerinde Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Ermeni köylerinde, halkın bu ölümle biteceği sezilen tehcirden kurtulmak için Musa Dağı’na çıkıp kırk gün boyunca nasıl savaşarak direndiklerini, nasıl örgütlendiklerini, sonunda Akdeniz’e dik bir kıyısı olan bu dağdan Fransız devriye gemileri tarafından nasıl kurtarıldıklarını konu edinmiş. Hakkında başka yayınlar da bulunan bu olay hakkında romanı okuyunca aklınızda unutamayacağınız sahneler kalıyor. Hangi kuru ders kitabı böyle bir roman kadar iz bırakır?
Okuduğum ikinci kitap, Ferit Edgü’nün, ilk baskısı 1977’de yapan, adını çok duyduğum ama şimdiye kadar nedense okuma fırsatı bulamadığım Hakkâri’de Bir Mevsim romanı. (Sel yayınları, 40. Yıl özel basım, İstanbul, 2017, 194 sayfa). Hakkâri’nin uzak bir köyüne sürülen bir öğretmenin şiir tadında bir anlatımı. Ben böyle bir roman okumamıştım. Köylülerin kendisinden farklı bir dil kullandığını anlatırken yazar 1970’lerdeki yasaklar yüzünden bu dilin adını yazamıyor! Ne kadar ibret verici değil mi? Romanı bitirince internetten onun filmini de bulup izledim. 
Üçüncü kitabım, Kemal Tahir’in Esir Şehrin Mahpusu romanı. Bu da okumakta geç kaldıklarımdan. Geçen yıl, Esir Şehrin İnsanları’nı okumuştum. Mütareke İstanbul’unda bir Kuvayı Milliyeci aydınını Kemal Tahir’in o başka hiçbir yazarımızda olmayan dilinden okurken hapishanedeki dehşet verici hayatı da öğrenmiş oluyorsunuz. Bu kitap ilk kez 1961’de yayımlanmış (İthaki Yayınları, 11. Baskı, 2017, 342 sayfa)
Dördüncüsü Sabahattin Ali’nin 1938-1942 yılları arasında yazdığı 13 öyküsünden oluşan Yeni Dünya. (Yapı Kredi Yayınlarında 25. Baskı, İstanbul, 2017, 124 sayfa). Bu kitap için söyleyebileceğim iki şeyden biri yazarın o tarihlerdeki öykü tiplerini nasıl başarıyla resmettiği, ikincisi ise anlatılan dönemdeki toplumsal yapının İçimizdeki Şeytan romanında da resmettiği çürüklüğüdür.  On yılda yaratıldığı ileri sürülen on beş milyon genç güzellemesinden eser yoktur! 
1998-2001 yılları arasında Cumhuriyet’in 75. Yılı vesilesiyle Cumhuriyet gazetesinin verdiği ve sonra okuruz diye bir tarafa koyduğumuz Dünya Klasiklerinden de bu ay dördünü okudum. Beaumarchais’in ünlü Sevil Berberi (Çeviren İlhan Ertuğ, 111 sayfa), Prandello’nun Üç Kısa Oyun (Çeviren Egemen Berköz, 93 sayfa), Platon’un Eski Yunan felsefesinin yaradılış, doğa, madde ve insan vücudu konusunda artık geçerliliğini yitirmiş görüşlerini içeren Timaosis yapıtı, (Çevirenler: Erol Güney, Lütfü Ay, 128 sayfa), Aristotales’in Atinalıların Devleti (Çeviren Suat Yakup Baydur, 112 sayfa) ise tam bir tarih kitabı. Atine kent devletini yaklaşık 300 yıllık tarihiyle birlikte yönetim biçimlerindeki değişikliği anlatan bu kitap, dönemin keskin sınıf mücadelelerine de ışık tutuyor. Bunlar ve okunmayı bekleyen daha onlarca Dünya Klasiği Hasan Ali Yücel’in Türk Kültürüne bu klasikler yoluyla yaptığı büyük hizmeti gösteriyor. 
Siz bu kitapları belki de çoktan okudunuz. İki-üç yıl önce “İtiraf Ediyorum” başlıklı bir yazıda okumadığım bazı önemli kitapların adlarını saymıştım da kimse inanmamış, şaka yaptığımı sanmıştı. Hayır, şaka yapmamıştım. Okumaya düşkün olanlardan biriyim. Okumayı sevmeyenlerden farkımız, okuyamadığımız kitaplar için kendimizde büyük bir eksiklik hissetmekten ibarettir…