Avrupa Konseyi tarafından Sırbistan'da düzenlenen "Medya ve Bilgi Toplumundan Sorumlu Bakanlar Konferansı"nın "Gazeteciliğe yönelen mevcut tehditleri nasıl adlandırırız?" konulu oturumunda, Avrupa Gazeteciler Federasyonu Başkanı Mogens Blicher Bjerregaard, "Türkiye'deki tutuklu gazeteciler ve Füsun Erdoğan hakkında verilen hapis cezası konusunda Türkiye'ye yönelik eleştirilerde bulundu.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bunun üzerine söz alarak yaptığı konuşmada, Türkiye'de gazeteci kimliğini kullanarak belli suçları işleyenlerin yargı önünde olduğunu belirtti.
Bu kişilerin bir kısmının tutuklulu olduğunu, bir kısmının da hüküm giydiğini ifade eden Arınç, "Bir insanın gazeteci kimliğini kullanması ya da bir gazetede yazı yazıyor görünmesi ona suç işleme imtiyazı vermez. Bu bir insandır, gazetecilik mesleğinin dışında işlediği suçlardan dolayı da yargılanmalıdır. Dünyanın bütün hukuk devletlerinde de bu geçerlidir" dedi.
Bülent Arınç, Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğunu ve kanunlar karşısında herkesin eşit olduğunu vurguladı.
Füsun Erdoğan'la ilgili yüksek ceza verildiği iddiasıyla ilgili de Arınç, davanın 2006'dan beri sürdüğünü, mahkemenin ise birkaç gün önce sonuçlandığını söyledi.
Arınç, Füsun Erdoğan hakkında, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak iddası bulunduğunu dile getirerek, şöyle konuştu:
"Marksist, Leninist Komünist Partisi... Düşünce olarak özgürdür. Türkiye'de Marksizm düşüncesi her yerde konuşulup tartışılabilir ama böyle bir örgüt kurarak silahlı eylem ve şiddet yoluyla anayasal rejimi devirmek için eylem yapanlar kanunun koruması altında değildir. Diğer suçlamalar, tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurmak, silahla kasten adam yaralamak. Bir bayan gazeteci bu kadar suçu nasıl işlemiş diye hayret edebilirsiniz. Belki de bu konuda Türkiye örneklerden birisini taşıyor. Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak, resmi belgede sahtecilik vs. Türkiye'de mahkemelerin verdiği bu kararlar yürütmenin verdiği kararlar değildir. Hükümet dışı organizasyonların verdiği kararlar değildir. Meslek kuruluşlarının verdiği kararlar değildir. Mahkemelerin verdiği kararlardır. Mahkemeler, bağımsız yargı, İsveç'te, İsviçre'de, İngiltere'de neyse Türkiye'de de odur. Yargıyı suçlarken yargılanan insanlara isnat edilen suçların ne olduğunu da bilmek zorundayız. Kaldıki bu kararlar birinci derece kararlardır. Bunun üzerine temyize gitme imkanları vardır. Yani Yargıtay'ın bu kararları bütün dosyalarıyla beraber inceleme mecburiyeti vardır. Onun vereceği kararlara itiraz yolları vardır. Adil yargılama ihlal edilmişse Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yolu, sonra da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuru yolu vardır. Dolayısıyla pek çok aşamalardan geçmesi mümkün olan böyle bir yargı sürecinden dolayı Türkiye'yi suçlamanın çok infsaflı, çok vicdana sığar bir düşünce olmadığına inanıyorum."