TÜRKİYE SAĞCILAŞIRKEN

Zeki SARIHAN

Türkiye sağcılaşıyor. Ülkenin sağa doğru bu kadar hızla yelken açtığı başka bir dönem olmamıştı.

Sağcılaşma hareketinin en büyük kanıtı, iktidar partisinin devleti zorba bir mafya devletine dönüştürmede aldığı mesafedir. Anayasaya tek adam sistemine göre ayar verilmiştir. Hak ve özgürlükler askıya alınmıştır. Devlette adaletin yerinde yeller esmektedir. Bilim üniversitelerden kovulmuştur. Devlet görevlerine atanmada liyakatin yerini partizanlık almıştır.

Gerçeğin ışığı hemen hemen söndürülmüş, onun yerini tetikçilik görevi yapan bir propaganda ordusunun beyin yıkayıcı makinesi almıştır.

Öncelikle devlet sağcılaşmaktadır.

Fakat devletin bu gücü halktan aldığı da doğrudur.  Halk da sağcılaşmaktadır. Toplumların hayatında uyanış, aydınlanma, mücadele, durgunlaşma, geri çekilme gibi mevsimler vardır. Sağcılaşma, bu mevsimlerden biridir. Ve Türkiye halkı bir süreden beri sağcılaşma mevsimini yaşıyor.

Bunu kanıtlayan olgulardan birkaçı şöyledir: Büyük yolsuzluk ve dış politikada macera arayışlarına rağmen iktidar partisine gönül veren kitleler bir granit gibi ondan kopmuyor.

Türk siyasetinde özgün bir yeri olan Milliyetçi Hareket Partisi, muhalefeti bırakarak iktidara eklemlenmiştir ve onun devlet içindeki ayaklarından biri haline gelmiştir.

Bu da yetmiyormuş gibi, geçmişte düzene karşı en keskin muhalefeti yapmakla tanınan İşçi Partisi yönetiminin adım adım sağcılaşma koridorundan geçerek iktidar partisinin sarayına ulaşması ve Vatan Partisi olarak oradan bayrak sallamaya başlamasıdır.

Türk-İş gibi işçilerin en büyük kesimini barındıran bir konfederasyonun safını iktidar yanında belirlemesi ve Eğitim-Bir Sen gibi iktidar beslemesi bir öğretmen kuruluşunun geçmişte hayalini bile kuramayacağı bir büyüklüğe ulaşarak memurlar adına toplu sözleşme hakkını onun bağlı olduğu Memur-Sen’in elde etmesidir.

Türkiye halkının sağcılaşmakta olduğunun belirgin kanıtlarından biri de halkın Kürt düşmanlığı ile beyninin yıkanmakta oluşudur. Türkiye bu bakımdan da 15-20 yıl önceki Türkiye değildir. Bu gerçeği atlayarak ne demokrasiye ne çağdaşlaşmaya ulaşmak mümkündür.

Sağcılık bazılarının sandığı gibi, namaz kılmak, oruç tutmak değildir. Sağcılık, soygun, sömürü ve zulüm rejimin yanında yer almak, hak ve özgürlük kavramlarından uzaklaşmaktır. Sağcılık barışın düşmanıdır. Bugün tam da ülkemizde görüldüğü gibi, millî bencillik, yurtta ve dünyada gerginliklerden medet umarak kendi iktidarını bir kin ve öç alma politikasıyla ayakta tutmaktır.

Devlet o kadar kokuşmuştur ki, onun başında bulunan ve kokuşmanın başta gelen sorumlusu, bu ayıpları örtmek için Hazreti Ömer arayışına girmiş görünüyor. Kurdukları düzen için şimdiye kadar Allah’ı ve peygamberi kefil gösteriyorlardı. İddia kof çıkmaya mahkûmdu. Bu durum milleti dinden soğutmaktaydı. Adaleti ile ünlü Hazreti Ömer imajı da durumu kurtarmayacaktır.

Şimdi sağcılığın mevsimi olduğunu söyledik. Bundan sonra gelecek mevsim, herhalde hak ve adaletin, halkın zincirlerinin kırılması anlamına gelen demokrasinin baharı olacak.

Ne zaman? İşte bunu tam bilmiyoruz. Yer olayları gibi tarihin akışını değiştirmek de mümkün değil. Biz acele ediyoruz ama tarihin hiç de acelesi yok!

Kendin için umutsuzluğu ve teslimiyeti yasakla. Herkes yerinde sağlam dursun! Sosyolojik olarak deprem kuşağı üzerinde oturuyoruz. Politik evimizi “demokrasi” markalı sağlam malzemeden inşa edelim. Zihnimizde oluşmuş çatlakları kapayarak onu dayanıklı hale getirelim. Zira çok işe yarayacak.