VAHHH VAHHH!

Zeki SARIHAN

Fatsa Belediye Başkanı iken tutuklanıp cezaevinde ölen Fikri Sönmez’in ölüm yıldönümü vesilesiyle yazdığım “Fatsa Denince Beş Dakika Düşüneceksin” yazıma çok olumlu tepkiler aldım. Yazıya gösterilen ilgi, Fikri’nin sevildiği kadar onun başında olduğu belediyecilik deneyimine tahammül edemeyerek Fatsalı devrimcilere adeta kan kusturan dönemin faşist iktidarına karşı ve hatta günümüzde seçimle gelmiş birçok belediye yönetiminin görevden alıp yerine kayyum atayan günümüz yöneticilerine de nefretin ifadesidir.

Yazımda anlattım ki, 1974’te Farsa Ortaokulunda yeniden göreve başladığım zaman o zamanki adı Proleter Devrimci Aydınlık taraftarıydım. Fikri Sönmez de yargılandığı İstanbul Sıkıyönetim Tutukevinden af yasasıyla tahliye olup Fatsa’da terzilik işinin başına dönmüştü. Kısa sürede Devrimci Yol hareketinin bir mensubu oldu. Farklı grupların insanları olarak tartıştığımız oldu fakat kavga etmedik. Bütün Karadeniz bölgesinde olduğu gibi Fatsa’da Dev-Yol hareketi baskın geldi ve ben de hükümetin sürgünü nedeniyle 1974’te Fatsa’dan uzaklaştırıldım. Tatillerde Fatsa’ya gittiğim zaman hem eski arkadaşlarımı, hem Belediye’de Fikri Sönmez’i ziyaret ettim.

Yaşınız 40’ın üzerindeyse 1970’li yıllarda Türkiye’deki solun kaç parça olduğunu hatırlarsınız. Daha küçük yaşta olanlar da duymuş veya okumuş olmalıdır. O zaman “fraksiyon” adı verilen birçok sol grup vardı. Öğretmen hareketi içine de yansıyan bu grupların başlıcaları TKP, Dev-Sol, Dev-Yol, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, TİP, TSİP, Aydınlık gibi adlarla anılıyorlardı.

1980 yılına kadar, bu gruplar arasında zaman zaman sert mücadeleler oldu. Nerdeyse her grup kendi tekkesine kapanmış gibiydi. Her biri Türkiye devrimci hareketini kendisinin temsil ettiğini söylüyor, diğerlerine sosyal faşist, revizyonist, maceracı, teslimiyetçi gibi suçlamalarda bulunuyordu.

12 Eylül rejimi hiç birini kayırmadan silindir gibi ezdi. Yeniden siyaset yapmanın yolları az çok açılınca bu gruplar, geçmişten çıkardıkları derslerle yeniden aynı adla ya da ad değiştirerek, programlarını yenileyerek faaliyete başladılar.

Ben bu bölünmeyi TÖB-DER mücadelesi içinde bütün canlılığı ile yaşadım. Bazı gruplara daha çok, bazılarına daha az olmakla birlikte tepkiliydik. Kuşkusuz onların mensupları da bize tepkiliydi. Bu tepki Fatsa’da Dev-Yolcu arkadaşlarda da vardı. Öyle ki, 1980 öncesinde memleketimi ziyaret ettiğimde Dev-Yolcuların elinde bulunan TÖB-DER’de kimse bulunduğum masaya yaklaşıp hoş geldin bile demedi. Yalnız akrabam olan TÖB-DER başkanı masama geldi ve ne dese beğenirsiniz “Şimdi sen gittikten sonra arkadaşlar beni fena halde sorgularlar!” Liseye geçmiş öğrencilerimizden bazıları “Hocam biz sizi çok seviyoruz fakat ağabeylerimiz sizin için faşist diyorlar” diyerek şaşkınlıklarını dile getiriyorlardı.

Fatsa Belediyesi bir Kültür şenliği yaptı. Şenliğe aile dostumuz şair Gülten Akın da davet edilmişti. Dönüşünde “Siz niye gelmediniz?” diye sordu. “Çağrılmadık!” yanıtım üzerine bu partizanlığa hayretini ifade etti.

BÜTÜN BUNLARI GERİDE BIRAKTIK

Bu tehlikeli bölünmeye karşı ilk olgunlaşan hareket TÖB-DER’deki bizim Yurtsever Öğretmen hareketiydi. 1978’den başlayarak bu ayrılıkları bir yana bırakıp öğretmence bir politika izlemeye, yaklaşan faşizm tehlikesine karşı bütün öğretmenleri bir araya gelmeye davet ettik. Ocak 1980’de yayın hayatına soktuğumuz Öğretmen Dünyası’nın ilk sayısı tanığımdır. “Bütün öğretmenlere kardeş gözüyle bakıyoruz. Öğretmenleri sağcı-solcu, şu veya bu derneğin üyesi diye ayırmıyoruz. Tümünün tek çatı altında toplanmasından yanayız ve bunun gerçekleşeceğine inanıyoruz” diye yazdık.  Üzerindeki Aydınlıkçı damgası tamamen silinmemekle birlikte o dergiyi 38 yıldır ayakta tutan bu anlayıştır. Geçmişteki keskin bölünmenin etkisinden kurtulamayan ve bir tekke mensubu psikolojisini aşamayan birçok insana rağmen geçmişte farklı gruplarda yer alan sağduyulu bazı öğretmenler de bu dergide görev aldı. Fatsa’da ve Havza’da da olduğu gibi Dev-Yol taraftarı olan önder öğretmenler derginin temsilciliğini yaptı. Şu anda derginin ve Ulusal Eğitim Derneğinin başında bulunan arkadaşımız, dergide görev aldığı zaman ÖDP sempatizanı idi.

Fikri Sönmez hakkında bir yazı yazarken devrimci kardeşlik ruhuyla hareket ettim. Köprülerin altından bunca su akmışken 43 yıl önceki ayrılıklardan hareket ederek onu kötülemeli mi idim? Veya susmalı mı idim?

Fakat hâlâ o duygularla hareket edenler olduğu görülüyor. Bunu facebookta yayımladığım Fikri ile ilgili yazıya gelen bir arkadaşımın şu notundan anlıyorum:

“Dev/yol ve yazıyı yazan ağabeyim zeki hocama Vahhh Vahhh”

Bugün Türkiye halkının önünde alt edilmesi gereken büyük sorunlar varken, hâlâ eski davaları gütmek doğru mudur? Bu çekilen “Vahhhh vahhhh!” nasıl bir anlayıştır Allah aşkına!