Bütün canlılar, hayatta kalabilmek için benzer duyularla donatılmışlardır. Bu duyulardan biri de koku alma duyusudur. Bazı resimli romanlarda eğitilmiş köpeklerin koku almak için burunlarına çektikleri hava, konuşma balonunun içine “snif… snif” diye yazılır.
Yakınlarda bir tehlikenin veya bir avın olduğunu anlamak, kaçıp kurtulmak veya o gün karnını doyurmak, neslini devam ettirmek, sürüsüyle birleşmek için vahşi doğada canlılar güçlü bir koku alma duyusu taşırlar. Kimi hayvanın kulakları, kimilerinin dilleri, hatta tüyleri, burundaki koku alma yetisinin yerini tutabilir.
İNSANLARDA SINIF KOKUSU
İnsanlar da koku alma duyusundan yoksun olsalardı, herhalde varlıklarını sürdüremezlerdi. Ne var ki, insanlardaki bu duyu hayvanlardaki kadar keskin değildir veya bir parça körelmiştir. Çünkü onlar daha gelişmiş bir beyin sayesinde dost ve düşmanlarını başka araçlarla da tanıyabilir, gerekli gördükleri önlemleri alabilir, örneğin mükemmel tuzaklar kurabilirler.
İlk çağda toplumlar sınıflara ayrıldığı, devletlerin kurulmaya başlandığı zamandan beri, insan cinsinin sosyal yaşam için geliştirdiği koku alma duyusu, sınıf kokusuna odaklanmıştır.
Bu duyu, özellikle köle sahipleri, sonra onun yerine geçen feodaller, daha sonra da kâh onunla, kâh o olmadan da kitleleri yönetenler tarafından çok geliştirilmiştir.
Arena’dan kaçan Spartaküs’ün Roma köleci devletinin başına bela olacağının kokusunu alan Roma devleti, işte bu koku alma yeteneği nedeniyle ayaklanan bütün köleleri darağacına dizmişti. Şeyh Bedrettin’i Serez Çarşısında halka ibret olsun diye ipe çektiren Osmanlı sarayının aynı keskin sınıf duyusudur. Sürmene açıklarında on beş yoldaşı parçalayıp balıklara yem eden de. Köylü çocukları uyanıyor diye Tonguç Baba’yı kızağa çeken, hakkında iftiralar düzenleyenler de.
Sömürücü ve zalimler sınıf duyusunu kendileri için şart halk kitleleri için çok tehlikeli görürler. Her şeyi affederler de bunu affetmezler. Bu, onların varlık yokluk sorunudur.
Toplumda hiçbir alan yoktur ki, bir sınıfa ait olmasın. Şarkısı, türküsü, masalı, atasözü, romanı, piyesi, resmi, fotoğrafı, bir sınıf damgası taşımasın. “Hayır, fotoğraf buna dâhil değil” mi diyorsunuz? Ara Güler’in geçmişte çektiği fotoğraflara bakın.
EMEKÇİLERİN BURNU KÖRELTİLMİŞTİR
Ne var ki, emekçi sınıfların sınıf kokusu alma duyusu, hâkim sınıflarınki kadar güçlü değildir. Bu koku bin bir önlemle köreltilmiştir. Eğitimde bütün alanlar bu duyguyu köreltmek için kullanılmaktadır. Hem de hem okulda hem okul dışında, hem de ömür boyu… “Bu dünya ile değil, öte dünya ile ilgilen, burası geçici bir duraktır” demeye getiren din derslerini mi sayalım, tarihi mi, evrim teorisini okula yaklaştırmayan biyolojiyi mi, hangisini sayalım?
Gene de emekçilerin koku alma duyusu zaman zaman güçlenmez değil. Fakat derhal karşı önlemler alınır. Polisi, jandarması, savcısı, yargıcı, kendilerine verilen görev gereği, kişinin veya toplumun bu duyuya yabancılaşmasını sağlayan önlemleri alırlar.
Ne kadar ilginçtir. Öğretmen Rıfat Ilgaz’ın 1944’te yayımladığı “Sınıf” adlı kitabı, derhal toplatılarak şair, bir daha böyle şeyler yazmaması için fena halde tembihlenmiştir!
Kendileri en keskin sınıf duyusuna sahip oldukları halde, ezenler ve onların hizmetindeki kalemler, sınıf gerçeğini reddetme eğilimindedirler. “Sınıf mı, hani biz öyle bir şey göremiyoruz, nerden çıkardınız?” demeye getirirler, ya da “maraza çıkarmayın, kardeş kardeş geçiniyoruz işte” derler. “Milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz şu zamanda” sözü de onlara aittir. İşçileri sokağa atmak “milli birlik ve beraberliğe” aykırı değildir. Grevleri yasaklamak da…
Televizyonlarda günde beş vakit verilen nutuklar, açılışlar, kapatılışlar, yasaklamalar, tazminat cezaları, hep bu gelişmiş sınıf kokusu yetisinin gelişmesi nedeniyledir.
Vahşi doğada bir hayvan, avlanabileceği bir alana idrarını bırakarak “Burası benim” diye düşmanlarına ihtarda bulunur. Devlet örgütünün başında bulunanlar ise devletin sınırlarına kadar bu keskin idrar kokusunu bırakmakla kalmaz, zaman zaman sınır ötesini de ıslatmaya çalışırlar. Gelmiş geçmiş ve geçecek olan bütün istilacı diktatörlerin yaptıkları bundan başka bir şey değildir.
Bir bakanlığın en uç örgütüne kadar bakanın idrar kokusu siner. Şirketlerin her biriminde patronların bıraktığı koku burnumuzun direğini sızlatır. İhaleden ihaleye koşanlar ise bu kokuyu severler. Onlara bu koku esans gibi gelir.
İnsanlığın kesin kurtuluşu bu kurtuluşa ihtiyacı olan “Büyük insanlığın” sınıf bilincine kavuşması ve onun gereğini yapması ile mümkündür.