Hayatı Hakikiye Sahneleri-42
Kimsede alacağı kalmayan Yahudi, eski defterleri karıştırırmış. Ordu polisi, daha 12 Eylül’den önce Fatsa’ya çullanıp halkın nerdeyse yarısını dayaktan geçirip hapishanelere tıktıktan, öğretmenleri kitleler halinde sürdükten sonra yapacak bir iş bulamaz hale gelmişti.
O kadar polis işsiz mi kalacaktı? 1986 yılına gelindiğinde eski defterleri karıştırmaya başlamışlar.
27 Şubat 1986 günü yayımlayacağımız iki kitabın kapağını basımevine bırakıp Öğretmen Dünyası’na döndüğümde iki polisin beni beklemekte olduğunu gördüm. Eşim Şenal’ı da çalışmakta olduğu Mimar Kemal Lisesinden alıp yanlarında getirmişlerdi.
“Hayrola?” dedim.
“Sizi Ordu Emniyeti istiyor? Ankara Emniyet Müdürlüğüne kadar gideceğiz” dediler.
Emir demiri keser! Peki gidelim de suçumuz neymiş?
“Fatsa Olayları” diye adlandırdıkları, 1977’de Fatsa’da Fikri Sönmez’in Belediye Başkanlığını kazanmasıyla hükümetin yüreğini hoplatan süreçte suçlu gördükleri pek çok kişiyi içeri almışlardı. Amasya ve Erzincan cezaevlerinde tutuyorlardı. Hükümet tutuklamalara doymuyor, itirafçılar yaratarak ikinci, üçüncü dalga operasyonları yapıyordu. Sorgulamada âdettir. “Sen devrimciliği kimden öğrendin?” diye sanığı sıkıştırırlar.
Fatsalı üçüncü dalga sanıklarından birinden de öğretmenlerinin adını istemişler. O da Ortaokulun eski öğretmenlerinden benim, Şenal’ın, Gülsüm ve Selahattin Özakın’ın adlarını vermiş.
Ben 1974-1975 Öğretim yılında Fatsa Ortaokulunda öğretmenlik yapmıştım. 1975 yılı mayısında Yozgat’a sürülmüştüm. Yani Fatsa’dan ayrılalı 11 yıl olmuştu. 1974 yılı sonlarında evlendiğimiz Şenal da eş durumundan Fatsa’ya nakledilmişti. Şenal bir yıl daha Fatsa’da kalmıştı.
“Ben Fatsa’dan ayrılalı 11 yıl, Şenal ayrılalı 10 yıl oldu. Bize bir suç yükleyemezler ama zaman aşımı diye bir şey var” dediysek de dinletemedik. Hukuk rafa kaldırılmıştı!
Ankara Emniyet Müdürlüğüne götürülürken:
“Emniyet’te hâlâ işkence var mı?” diye sordum. Yokmuş, eskiden de yokmuş zaten. Bu konuda bildiklerimiz yanlışmış!.. Böyle dediler…
Ankara Emniyetinde nezarethanesinde iki gün “misafir” edildik. 1 Mart günü bizi almaya Ordu’dan bir ekip geldi. Yola çıkmadan önce evimizde bir arama yapacakları haberi bir şekilde öğrenildi. Eve varınca biz “Ne olur ne olmaz” diye kat kat giyindikten başka yanımıza battaniye de alırken polisler kütüphaneyi taramaya başladılar. Ayhan, evdeki kütüphaneden bütün “zararlı” kitapları çuvallara doldurup emin bir yere götürmüş! Polisler kitaplıkta yalnız edebiyat ve eğitimle ilgili kitapları gördüler ve kütüphanemizin bu kadar “temiz” olmasına da şaşırdılar. Tam evden çıkacakken polislerden biri “Şunu alalım!” diyerek “Devrimci Eğitim Şûrası” kitabını raftan çekti. Kitap 1968’de Türkiye Öğretmenler Sendikası tarafından toplanan Devrimci Eğitim Şurası’nın tutanaklarını içeriyordu.
Bu Şûranın katılımcıları arasında Ankara Yüksek Okullar Talebe Birliği listesinden benim de adım vardı ama polisler bunu henüz bilmiyorlardı.
Otomobille Sungurlu’ya doğru giderken, kitabı karıştırmakta olan komiser, “İşte buldum!” diyerek bir sayfayı gösterdi. Bu, Benim şuraya Fatsa Köycülük Derneği ikinci başkanı olarak imzalayıp gönderdiğim bir mesajdı. Bunda sermayedarların, patronların, işbirlikçilerin bir eğitim sorunu olmadığı, eğitimin bu sınıfların borusunu öttürdüğü, emekçilerin el birliği ile iktidara gelip sınıfsız bir toplum kuracağı, ancak ondan sonra körelmiş zekâlarının fışkıracağı, eşitlik içinde çalışarak Anadolu bozkırını şenlendireceğimiz belirtiliyor “Büyük kurtuluş gününün şafağı atmaktadır!” deniyordu.
Okul müdürünün, başyardımcısının ve kâtibinin yalanlarla dolu ifadeleriyle birlikte tek yazılı kanıt sayılan bu kitap suç delili olarak bir ay boyunca bizimle gezdirildi. Ünye Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkımızda takipsizlik verilince bize iade edildi.
Gelecek yazı: “Gerdek Yatağı Gibi” (22 Aralık 2016)