Kimin eli kimin cebinde belli olmayan Suriye’de, HTŞ güçlerinin topraklarını genişletmesi, Türkiye’de bazı çevrelerin iştahını kabarttı. Büyük Ortadoğu Projesinin başladığı yıllarda olduğu gibi Türkiye yöneticilerini ABD ve İsrail ile aynı çıkarlarda birleştirdi. Osmanlı İmparatorluğu hayaliyle bir uyur gezer hâli gösteren dinci-milliyetçi gruplar, Suriye kentlerine Türk trafik plakaları taktılar. Halep, Hama, Humus, ardından Şam için ağızlarının suyu akıyor. Bu hesaba göre, Türkiye’nin Güney sırının ötesinde muhalifler kullanılarak denetim altında bulundurulan bölgeler ise Türkiye’nin birer ilçesi sayılsa yeridir.
Başka ülkelerin topraklarına şu veya bu nedenle el koymak isteyen anlayışların dünyada hem tarihte, hem günümüzde ne yazık ki birçok benzeri var. Bunların ileri sürdüğü gerekçelerden biri, o topraklarda “soydaşların” da yaşamasıdır. Türk milliyetçileri için ikinci gerekçe ise o toprakların geçmişte Türkiye’nin bir parçası olmasıdır. Suriye, Yavuz sultan Selim zamanından 1918 Ekiminde ordu buradan çekildiği zamana kadar Osmanlı Devletinin elinde idi. Suriye’de pek az Türk ve Türkmen vardır. Dolayısıyla, Suriye’ye göz dikenler, nüfustan çok, tarihsel geçmişi gerekçe gösteriyorlar. Türk milliyetçilerin gözünü arkada bırakan anlaşmalardan biri Lozan anlaşmasıdır. Ankara hükümetinin Lozan görüşmelerinde Kerkük’ün Türkiye’de kalması için fazla ısrarcı olmaması bir ihanet sayılmıştır. Aynı iddialar Ege Adaları, Batı Trakya için de zaman zaman dile getiriliyor.
DEVLETLERİN DOĞAL SINIRI
Dünya’da ülkelerin doğal sınırları, genel olarak konuşulan dillerin, dolayısıyla milliyetlerin yaşadığı toprakların sınırlarıdır. Türkiye’nin doğal sınırları Türkçe konuşulan topraklar olmakla birlikte Kürtçe konuşulan bir kısım topraklar da Kürtlerin o zamanki rızasıyla bu sınırlar içindedir. Şimdi bu sınırlar içindeki Kürtlerin rızasını pekiştirmek için bir takım idari reformlar yapmak gündemdeyken ve bu sorun yıllardır Türkiye’nin en önemli sorunlardan biri iken, sınır ötesi topraklara göz dikmek olmayacak bir duaya amin demektir. Bunun ne mantıklı bir yanı vardır ne de buna razı olacak sınır dışı bir topluluk vardır. Hangi sınırlar içinde vatan tutacakları ve nasıl yönetilecekleri milletlerin kendi bileceği iştir. Bunun bilinen formülü “milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı” ilkesidir. Yeni Türkiye’nin kuruluşunda da en başta gelen ilke bu olmuştur. Türkler, neresinin kendi vatanları olduğunu Misakı Millî sınırlarıyla belirlemişler, bunun için savaşmışlar ve Lozan Anlaşmasıyla da amaçlarına ulaşmışlardır. Hatay’ın Türkiye’ye katılması da Hataylıların kendi tercihleriyle olmuştur.
BURJUVAZİNİN AÇGÖZLÜLÜĞÜ
Kendi doğal millî sınırlarına razı olmayarak sınır ötesi hatta deniz aşırı bazı topraklarda hak iddia etmek, emekçi halkın değil, burjuvazinin politikasıdır. Daha doğrusu burjuvazinin bir kesiminin tutumudur. Bunun ekonomik bir nedeni de vardır. Burjuvazi, ürettiği malları satacakları alanı ve hammadde kaynaklarını genişletme niyetindedir. Sömürgeciliğin ve emperyalizmin temel hareket ettiricisi de bu olgudur. Başkalarına ait toprakları ele geçirerek oraların halkını boyunduruk altına almak bir kısım politikacı ve bürokratın da rüyalarını süsleyebilir. Çarpık bir tarih anlayışıyla yıllardır beyni yıkanan bir kısım küçük burjuva da söylemlerin hamasetine kapılmış olabilir. Ancak Suriye topraklarının bir kısmının Türkiye’ye ilhak edilmesinden emekçilerin bir çıkarı yoktur. Halep’in Türkiye’nin 82. ili olduğunu farz edelim. Burada çalışacak işçilerin kazançları artacak veya çalışma koşullarında Türkiye’nin öteki illerinde çalışanlara oranla bir iyileşme mi olacaktır? O İstanbul’daki, İzmir’deki bir işçi kardeşi gibi ücretli bir köleliğe mahkûmdur. Halep’teki bir küçük esnaf, Ankara veya Van’dakinden daha mı çok kazanacaktır. Kazanılacak bir şey varsa bu, bankalara, büyük marketlere, petrolcülere aittir. Halep’in 82. İl olmasını isteyenler, belki bunun farkında bile değildir. Bu bir beyin çarpılmasıdır.
Bir siyasi hareketin içerde uygulayacağı politika ile dış politikası birbirine bağlıdır. İçeride insan haklarına saygılı, refahın adil paylaşılmasından yana, demokratik bir siyaset güden siyasi bir oluşum, dış politikada ilhakçı, istilacı olamaz. Milletlerin millî haklarına saygılı olur. Onlara efendilik taslamaz, onlara karşı ancak dostluk duygularıyla dolu olur.
Amerika’yı, Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya’yı emperyalistlikle suçlayan bazı çevrelerin onlara özenmeye kalkması, gerçekte emperyalizme karşı olmadıklarını gösteriyor. Aksine bunlar emperyalizme özeniyorlar. Suriye topraklarından pay isteyenler, bu ülkeyi yağama Hasan’ın böreği sanıyorlar. Türkiye halkının başını da belaya sokmak istiyorlar.
BÜTÜN YABANCI GÜÇLER SURİYE’DEN ÇEKİLMELİDİR
Türkiye’nin askeri, Suriye’den çekilmelidir. Türkiye, Suriye’deki herhangi bir isyancı grubu desteklemekten vazgeçmelidir. Suriye Suriyelilerindir. Suriye’deki ABD, İran ve çeşitli ülkelerden gelen, Suriyeli olmayan gruplar da Suriye’den ayrılmalıdır. Suriye’de kimin iktidar olması gerektiği Amerika’nın, Rusya’nın, İran’ın ve tabii İsraillilerin karar vereceği bir konu değildir. Ve tabii geceler boyu televizyonlarda yorumculuk yapanların da karar vereceği bir onu değildir.
BİRKAÇ CÜMLE DE BEŞAR ESAT İÇİN
Suriye’nin BAAS’çı rejiminin başında bulunan Beşar Esat’ın başkent Şam’ı bile beklentilerin ötesinde kolayca terk etmesi, halkını ve savaş sürecini iyi yönetemediğini gösteriyor. Çeşitli din ve mezheplerden halkını demokrasi programı altında birleştirecek yerde, mezhep mensupları ve ailesinin iktidarını sürdürmek için dış güçlere bel bağladı. Ancak “el atına binen çabuk iner” demişler…