İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kurtarma ve yardım ekibiyle Elazığ deprem bölgesinde bir gün geçirdikten ve Tunceli’ye de uğradıktan sonra ailesiyle birlikte Elazığ’da kayak yapmaya gitmesi doğru muydu?
Televizyonda bu haberi duyduğum anda “İşte bu olmadı!” dedim.
İstanbul seçimlerini büyük bir farkla kazanmış ve ülkenin her yanında büyük bir sempati toplamış olmakla birlikte, ellerinden kaçan rantlardan ötürü onu çiğ çiğ yemeye çalışan bir iktidar bloğu var. Şairin dediği gibi kendi hanelerinde bin türlü teseyyüp (ayıp) bulunan kişilerin başkalarına düzen vermeye kalkışması, iyice çamura bulanmış siyasi hayatımızın ve üslubumuzun bir gereği haline geldi. Örneğin İmamoğlu’nun Bodrum’ tatile gitmesinin ertesi günü İstanbul’da bir sel felaketinin yaşanması üzerine, kendisi hemen koşup İstanbul’a geldiği halde “Ortalık sele gitmişken başkan tatile gitmiş!” diye yayın yapanların yalan ve istismarcılığını anladık ve kınadık. Fakat bu kayak işi başka ve eleştirilecek bir durum.
ÜÇ BAKIMDAN YANLIŞ
Birincisi, hemen herkesin kabul edeceği gibi deprem felaketinin acısı daha taptaze iken, oradaki görevini yapmış ve artık yapacağı bir şey kalmamış de olsa, kalkıp Erzurum’a kayak yapmaya gitmek makul görülebilecek bir davranış değildir. Kayak programı deprem öncesinde yapılmış da olsa bunu iptal etmek çok mu zordu? Toplumun gözü önünde olmayan ve toplumsal sorumlulukları bunmayan birinin deprem acısı sürerken kayak yapmaya gitmesi görmezlikten gelinebilir ama İmamoğlu gibi birinin bunu yapması göze batar ve batmıştır.
İkincisi: Bizim toplumumuzda kayak, eskiden beri pahalı bir burjuva sporudur. Kışın karne tatillerinde Uludağ otellerinde yer ayırtıp kayak bahanesiyle buralarda tatil yapanlar hep zengin aileler olmuştur. Bunun herkes için ulaşılabilir bir tatil biçimi olduğunu ne İstanbul emekçilerine, ne Türkiye halkına anlatmak mümkün değildir. Kayak tatili, İmamoğlu ile halkın sosyal-siyasi dilini birbirine yabancılaştırır.
Üçüncüsü: İmamoğlu’nun bu vesile ile yaptığı açıklamada ve başka bazı zamanlarda da kullandığı bir dildir ki bu, ailesini sevdiği, bir eş olarak karısıyla ve baba olarak çocuklarıyla vakit geçirmek zorunda olduğu, kayak tatiline de bu nedenle gittiğidir.
İnsan merak ediyor: Sayın İmamoğlu, evine saat kaçta gitmekte, sabahları ne zaman evden ayrılıyor? Yoksa Belediye işlerinden ötürü günlerce, haftalarca onların yüzünü görmüyor mu? Akşam eve geç gitse ve sabah evden erkenden ayrılsa, zaman zaman evinden uzak kalsa da bu onun aldığı sorumluluklardan kaynaklanıyor. Önemli bir görevde olup da akşam saat beşte paydostan sonra evinin yolunu tutabilen var mıdır?
ÇOCUKLARI AÇ VE AÇIKTA MIDIR?
Bu ülkede babasız büyüyen milyonlarca çocuk var. Benim babam da ben dokuz yaşımdayken öldü. Hoş, ömrünün büyük bölümünü gurbette çalışmakla harcamıştı. Ne yapalım? Babamız yoksa anamız vardı. Yetimhanelerde ve yatılı okullarda okuyup barınan sayısız çocuk var. Kendisi de bilsin ki, babaları kendileriyle tatile gidemezse İmamoğlu’nun çocukları ne aç ve açıkta kalırlar ne de ruhları zedelenir.
İmamoğlu’nun bu “ailem, tatil, eşimi ve çocuklarımı çok seviyorum, onlarla birlikte olmalıyım” sözlerini yadırgıyorum. Eşleri ve çocuklarıyla tatil yapamayan babalar onlardan nefret mi ediyor? Bunlar bana keyfinden özveride bunmayan zenginlerin dilini hatırlatıyor. Eşlerini mücadele alanlarından çekip eve kapatmak isteyen bazı kadın ve erkekler de hep bu gerekçeleri kullanırlar.
Dosdoğru giden insanlar da zaman zaman hata yapabilirler. İmamoğlu da kayak tatili ve onu savunmasıyla hata yapmıştır. Bunu teslim etmezsek körü körüne taraftarlık yapanlardan bir farkımız olmaz.
Onun bu hatası, yalnız kendine değil, onu seçen ve gelecekte de ondan hizmet bekleyen milyonlarca insanın umutlarına zarar vermiştir. (30 Ocak 2020)