12 Nisan günü Şırnak’tan minibüsle hareket atik. Dağlardan vadilerden, nerdeyse yalnızca birer gövdeden ibaret yalnız ağaçların göründüğü kırlardan, bozuk bir yolda iki saat yol aldık. Küçücük Eruh ilçe merkezinden geçtik. Botan deresini izledik ve iki saatte 95 km. yol alarak Siirt’e ulaştık.
52 YIL SONRA SÜRGÜN YERİNDE
Bundan 52 yıl önceydi. Fatsa’da öğretmenken bir gün Siirt’e sürgün edildiğime dair bir karar geldi. Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü sınavını kazandığım için Siirt’e gitmeme gerek kalmadı. O tarihten beri, hiç görmediğim Siirt’in nasıl bir yer olduğunu merak edip dururdum. 52 yıl önce gitmediğim bu kente şimdi emekli de olduktan 26 yıl sonra gönüllü olarak meraklı bir gezgin olarak gidiyordum. Gerçi o zaman beni Siirt’in kim bilir hangi uzak ilçesinin, kuş geçmez kervan geçmez bir köyüne vereceklerdi. İlk öğretmenliklerini oralarda yapan öğretmenlerin de anlattıkları gibi, belki günlerce yaya veya at sırtında köyüme ulaşacak, derme çatma okulu düzene sokmaya çalışacak, Türkçe bilmeyen çocuklara dil öğretmeye çalışmakla işe başlayacaktım. Köylülerden ekmek, peynir, yumurta isteyecek, kente gidenlere gazete ısmarlayacaktım. Eruh’tan geçerken oranın köylerinde kendimi genç ve idealist bir öğretmen olarak hayal ettim.
Siirt’e ulaşınca ilçeler garajından Cündi Eren’e telefon ettim. Beş dakika sonra geldi. 20 yıl CHP’de çalışmış, askerlik şubesinde memurluktan emekli olmuş eski il başkanı Eren, şimdi ADD’nin Siirt şubesini kurmaya çalışıyor. Genel merkezden yetki almış, bir büro da tutmuş. Üye yazmaya başlamış. Beni önce oraya götürdü. Ankara’dan beri taşıdığım kitap paketini teslim ettim.
Üç gece kaldığım Siirt’te geceleri Eren’in evinde konuk edildim, gündüzleri de bana o kılavuzluk yaptı. Bir sabah kahvaltısında toprak kuyuda pişirilen büryanı ve bıttım kahvesini onun sayesinde tanıdım.
SİİRT’TE BASIN
Bijar Kitabevinde babasının yerine bakan genç bize kitap satışları hakkında bilgi verdi. O sırada Siirt üniversitesinden iki genç içeri girdi ve içlerinden bir Selahattin Demirtaş’ın yeni kitabının gelip gelmediğini sordu. Kitapçı 185 adet sipariş ettiklerini ve kitabın birkaç güne kadar kargodan çıkacağı yanıtını verdi. Cündi’nin oğlu Yusuf’un yönettiği internetten yayın yapan “Artı Siirt” gazetesini, başka bir gün 81 yıldır yayın yapan “Siirt” ve 43 yıllık “Siirt’te Son Söz” gazetelerini ziyaret ettik. Arıtürk ailesinin çıkardığı Siirt’in sahiplerinden Ahmet Arıtürk, Muhammet Fatih Arıtürk’le ikisinin imzasını taşıyan “Siirt İle İlgili Anekdotlar” adlı üç ciltlik kitabı ile kendi imzasını taşıyan “Aşkın Kitabı” adlı manzum kitabını armağan etti. İnternet üzerinden yayın yapan “Mücadele” gazetesinden de Cumhur Kılıççıoğlu’ndan “New York’tan Mekke’ye” adlı gezi anıları adlı kitap imzalanıp verildi.
ÜÇ DİLLİ KARDEŞ ŞEHİR
Turizm Müdürlüğünce hazırlanıp Vali Ahmet Aydın’ın “Takdim”i ile yayımlanmış (yayım tarihi yok) Siirt’i tanıtan turizm kitabının adı “Üç Dilli Kardeş Şehir Siirt.” Türk milliyetçiliği bu çok dilli toplum kavramından ürkse de burada resmi makamlar bile bunu kabullenmişler ve onu Siirt’in markası haline getirmişler. Siirt’te Türkçe, Kürtçe ve Arapça konuşuluyor. Memurlar dışında hemen herkes ya Kürt, ya Arap. Bunu da serbestçe ifade ediyorlar. Uzun yıllar batıda kalmış ve yüksek öğrenim yapmış olanlar dışında herkesin konuşmasında aksan belli oluyor. Zaten Cizre ve Şırnak’ta olduğu gibi kendi aralarında anadillerinden anlaşıyorlar. Benimle konuştukları sırada başka biriyle de konuşmak gerektiğinde hemen kendi dillerine dönüyorlar. Bir insan kendini ve düşüncelerini en iyi kendi anadilinde ifade edebildiği evrensel gerçeği burada da hükmünü yürütüyor.
TİLLO
ADD’de tanıştığımız okul müdürü Uğur Budak, cumartesi gün arabasıyla beni gezdireceğini söyleyince bunu nimet bildim. “Hocam, dedim, Siirt’in ana caddesine benzeyen caddeler her kentte var. Şöyle arka sokaklarda bir gezinti yapabilir miyiz?” Uğur Hoca önce Siirt’in şimdi küçülmüş gibi duran eski ana caddesi Cumhuriyet Caddesinden geçti, yokuş yukarı sürdü ve otomobilin zor geçtiği eski Siirt sokaklarında bir tur attı. Sonra, kentten çıkarak Tillo yoluna girdi.
Siirt’e 8-10 km. mesafede olan Tillo’nun eski adı buradaki en kalabalık ailenin soyadından ötürü Aydınlar imiş. Sonra en eski adı olan Tillo’ya dönülmüş. Emine Erdoğan’ın köyü de Tillo yolu üzerinde. Tillo’nun anlamını birbirimize sorduk, bunun Arapça “Tel” (Tepe) anlamından geldiğini tahmin ettik. Çünkü Tillo’nun bir yanı “Kale” olarak anılıyor. Gerçekten burada bir yanı derin bir uçurum olan bir kale var. Üst üste yığılmış kaya kitlelerinin dibinden derin bir kanyon başlıyor.
HOCAMIN KABRİ ÜSTÜNE DÜŞMEYEN GÜNEŞ’İ NEYLEYİM!
Tillo, eski bir İslam bilim ve eğitim merkezi imiş. Şimdi birer ziyaretgâh olan şu kişilerin türbelerine giren çıkanın haddi hesabı yok. Şeyh İbrahim El Mücahit (ölümü 1262), Şeyh Memduh (1657-1734), İsmail Fakirullah Hazretleri (doğumu 1655). Onun öğrencisi olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (1703-1780). “Hocamın üstüne düşmeyen güneşi neyleyim!” diyerek hocasının kabri üzerine bir kule yaparak gece ve gündüzün eşit olduğu gün (ekinoks), karşıdaki kaleden doğan ilk ışıkları buraya koyduğu ayna ile hocasının kabri üzerine düşürmeyi başarmış. Kendisi de hocasının ayakucuna gömülmüş. Zamanla bozulmuş olan sistemi mühendisler yeniden hesaplayarak yakınlarda yeniden kurmuşlar. Düzenek UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış. Tillo’da şimdi “Kur’an Kursu” adı altında birkaç “medrese” faaliyet gösteriyor…