• BIST 9006.55
  • Altın 3060.438
  • Dolar 34.2719
  • Euro 37.2152
  • Muğla 21 °C
  • İzmir 21 °C
  • Aydın 23 °C
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 15 °C

YA BEN AĞLAMAYIM DA KİMLER AĞLASIN?

Zeki SARIHAN

15 Temmuz başarısız darbe girişiminden sonra on binlerce memur görevinden uzaklaştırıldı. Bunlardan kaçı darbeyle, hatta Cemaatle ilişkili, bunlar ancak adil ve titiz bir araştırma ile ortaya çıkabilir. Cemaate sempati duymuş olan, onun kurs ve okullarında görev almış öğretmenler, sırf bu nedenle suçlu sayılabilir mi, bu da üzerinde durulacak bir konudur.

 

Bu vesile ile ben 1983'te binlerce öğretmen gibi 1402 sayılı yasa ile görevden uzaklaştırılmamı nasıl hatırlamam?

 

Ankara İncesu Lisesi'de öğretmendim. 12 Eylül 1980 Askerî darbesinin üzerinden iki buçuk yıl geçmişti. Bu darbeye gerekçe olarak ileri sürülen “kardeş kavgası”yle bir ilişkim olmadığı gibi 1970'lerin sonlarına doğru okulların karşılıklı olarak bölünmesine, sağda solda her gün bir kaçı gerçekleştirilen siyasi cinayetlere karşı mücadele edenler içindeydim. Demokratik ve “gerçekten millî” diye tanımladığımız bir eğitim için darbeden 9 ay önce 1 Ocak 1980'de aylık Öğretmen Dünyası dergisini de yayımlamaya başlamıştık.

 

31 Mart 1983 günü, Ankara Millî Eğitim Müdürlüğünden okula telefon ederek evimin adresini sormuşlar. Şimdiye kadar Bakanlık tarafından hiç hayırlı bir iş için aranmadığım ve sorulmadğım için bu aramayı hayra yormadım.

 

Nitekim, 14 Nisan 1983 günü, okula gitmeye hazırlanırken Demetevler Lisesi'nde çalışan kardeşim Ayhan telefon etti. Millî Eğitim müdürlüğünde çalışan bir arkadaşımız telefonla ikimizin de görevimize son verildiğini haber vermiş! Başımdan kaynar suların döküldüğünü hissettim. Bir çok badireler atlatarak tutunabildiğimiz mesleğimiz temelli olarak elimizden alınıyordu! Hükümet 1402 sayılı yasa ile hiç bir gerekçe göstermeden istediklerini memuriyetten atıyordu. Bunun itirazı, yargılaması, beraati yoktu...

 

Kenan Evren rejimi, devletten bütün devrimci, halkçı insanları tasfiye etmeye karar vermişti.

 

Hiçbir şey olmamış gibi, okula gittim. Derslere girdim. Bahçede gezen çocukları doya doya seyrettim. Artık bir daha derslerine giremeyecektim. Müdür yardımcısı arkadaşlardan nedenini söylemeden dersine girdiğim sınıfların tabaka halindeki fotoğraflarını istedim. Bunları bir anı olarak saklayacaktım. Okula bildirim gelinceye kadar not defterlerindeki notları tamamladım. Geride pürüzlü hiç bir bırakmamalıydım.

 

21 Nisan günü okula gittiğimde müdür ve başmuavin üzüntü içinde kararın geldiğini söylediler. “Tebellüğ etmeden önce öğrencilerimle vedalaşabilir miyim?” diye sordum. Müdür önce tebellüğ etmemde ısrar etti. Çocuklarla vedalaşmama izin verdi ancak ders yapmamamı istedi.

 

3-B şubesine çıktım. İki çğrenci verdiğim ödev gereği kitap tanıtmaya hazırlanıyordu. Onları yerlerine oturtarak ikinci dönem sözlü ve kanaat notlarını okudum. “Bundan sonraki öğretmeniniz, kısa sürede sizin durumunuzu değerlendiremez” sözü onları irkiltti.

 

“Bugün siz bir öğretmen değiştireceksiniz, bense 16 yıllık mesleğimden temelli ayrılıyorum!” dedim. Şaka yaptığımı sandılar. Durumu anlattım. Çoğu ağlamaya başladı. Ben ise göz yaşlarımı içime akıtarak pencereden dışarıya bakıp konuşuyordum. Birbirimize hakkımızı helal edip arkamda bir duygu seli bıraktıktan sonra sınıftan çıktım ve 4-E şubesine girdim. Ders öğretmeninden izin alarak onlara da notlarını okudum ve bunun nedenini anlattım. Özellikle kızlar ağlıyorlardı. Benim gözlerimden de yaşlar ha boşandı ha boşanacaktı! Kararın gerekçesini merak ediyorlardı.

 

“Bilmiyorum, dedim. Bu kararın aleyhinde konuşmama zaman ve durum elverişli değil. Sonra onlara vasiyetimi söyledim: “Kendinizi halka adayın. Geri kalmış yurdumuza, kalkınmak, uyanmak ihtiyacı içindeki halkımıza ışık olun!”

 

4-C şubesinde de aynı olay tekrarlandıktan sonra öğretmenler odasına giriyorum. Dolabımı boşaltıyorum. İçerideki birkaç öğretmen bunun nedenini soruyorlar. Bir din dersi öğretmeni ile ülkücü bir öğretmen de içinde olmak üzere hepsi bu haksız uygulama karşısında üzüntülü. Okuldan çıkacakken merdiven başında bir grup öğretmenin çemberi içinde kalıyorum. Hepsi şaşkın ve içlerinden belli ki hükümete lanet okuyorlar. Bir kısmı soru soruyor, bir kısmının ağzını bıçak açmıyor.

 

“Haydi arkadaşlar, diyorum. Sınıflarınıza girin. Bugün ben nöbetçiyim!”

 

8-10 öğretmenin olduğu öğretmenler odasında müdürün bir çayını içtikten sonra okulun çıkış kapısına yöneliyorum. Beni kapıya kadar uğurluyorlar.

 

Hava çiseliyor. Şemsiyemi açıyorum. Gözyaşlarımı kimsenin görmemesi için şemsiyeyi öne doğru eğiyorum. Zaafımı kimse anlamasın diye geriye bakmamaya niyetliyim. Fakat, beş on adım attıktan sonra dayanamayıp geriye doğru başımı çevirip okulun pencerelerine bakıyorum. Öğrencilerim pencere kenarına yığılmışlar bu dramatik ayrılığa tanıklık ediyorlar... El sallıyorlar.

 

O akşam defterime bu gelişmeleri yazdıktan sonra şunları da not ettim:

 

“Bir deli fırtına, hiç yoktan, yok yere, anlamsız, düşüncesiz, mantıksız beni bulunduğum bahçeden kopardı. Acımasız bir el söktü aldı beni... 'Ya ben ağlamayım da kimler ağlasın!...'

 

Gelecek yazıda da devamını anlatmalıyım. (Ayvalık, 16 Ağustos 2016)

 

Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2003 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0252 412 2141