Vatan dediğimiz büyük evimizin on yedi yıllık efendisi, ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin hakkında işlem yapılamıyor. Ancak ona karşı çıkan herkes, sözlerini ne kadar ölçüp tartarak da söylese polislerden, savcılardan, yargıçlardan yakasını kurtaramıyor. Çünkü bütün güç odakları Efendi’nin emrindedir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleyen yasalar değil, Efendi belirliyor. O herhangi bir kanuna tabi değildir, tersine kanunlar ona tabidir. O sorumsuzdur ve kanunları da o yapmaktadır.
Aslına bakarsanız, onun hükümranlığı için yeni bir kanun yapmaya gerek de yoktur. Kanunlar, ezelden onun için yapılmıştır ve efendi bunları uygulamakla görevlidir. Bu kanunların ne olduğu ve nasıl yorumlanması gerektiği de onun anlayışına bağlıdır!
O istediği kadar mal mülk edinebilir. Kamunun mallarını istediklerine verebilir. Canı istediği zaman herkese hakaret edebilir. Onun adamları muhalifleri dövebilir, onlar hakkında yalan haberler yayabilir. O, dün ak dediğine bugün kara diyebilir.
“Hanım kırar bardağı kaza olur, hizmetçi kırar suç olur” demişler. Onun bardak kırması “kaza” bile sayılmaz. Bunda bir hikmet bile aranır. Buna karşılık o büyük evde yaşayanlarımızın tümü hizmetçidir. Efendi’nin kırdığı ceviz kırkı geçmiş olsa bile hizmetçilerin yazıp söylediklerinin her biri suç olabilir.
GÖZÜNÜN ÜSTÜNDE KAŞIN VAR!
Hizmetçiler ne kadar dikkatli davranırlarsa davransınlar, suçlanmaları için gözlerinin üstünde kaşlarının bulunması bile yeterlidir.
O isterse “Kürdistan” kavramını kullanabilir, Dersim’e “Dersim” diyebilir. Abdullah Öcalan’a “Sayın” diye de hitap edebilir. Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına da alabilir, en koyu milliyetçilerle ortaklık da yapabilir. Her birinde bir hikmet vardır! Onun adamları ve avenesi VİP’lerden sorgusuz sualsiz geçebilir. Fethullah Gülen’le uzun yıllar ortaklık yapmış ve ona övgüler düzmüş olabilir. O takımın ileri gelenlerinden kendisine biat etmiş olanları önemli mevkilerde tutabilir. Seçimlerde her türlü usulsüzlük yapmak, istediği gibi sonuçlanmayan seçimleri iptal ettirmek onun hakkıdır. Adamlarının yönettiği belediyeler deveyi hamutuyla yutmuş olduğu halde, İmamoğlu’nun yönettiği belediyenin işlemlerini didik didik ettirebilir.
Çünkü o başta kalmalıdır. Başta kalmalı ve sınırsız saltanatı sürmelidir. Gerekirse Abdullah Öcalan’dan yardım isteyebilir, Karadenizli rakibine “Pontoslu” diye hakaret ettirebilir.
KAMU VİJDANI AYAKLANIYOR
Türkiye, 2002’den beri Efendi’nin temsil ettiği bir ideolojinin esiri olmuş gibidir. Her alanda hegemonyası sürmekteydi. Ancak devleti tepe tepe kullanan bu anlayışa karşı alttan alta bir kamu vicdanı da gelişmekteydi. İyi ile kötüyü, diktatörlükle demokrasiyi, haklı ile haksızı, ayrıştırıcılıkla birleştiriciliği, kayırmacılıkla eşitliği, sevgi ile nefreti birbirinden ayıran akım hep vardı. Bu anlayış, ilk kez politikada 31 Mart Yerel Seçimlerinde başat hale geldi. Efendi şimdi, bu hak ve adalet akımını boğarak yerine kendi diktasını yerleştirmek istiyor ve bu niyetinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini de her tutumuyla gösteriyor.
23 Haziran’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için yenilenecek seçimler, bir kez daha bu iki anlayışın mücadelesine sahne olacak. Ben hak ve adalet” diyen yurttaşların bu kadar kararlı olduklarını daha önce görmedim. 70 gündür kiminle konuşsam bu haksızlık ve hukuksuzluğa ateş püskürüyor. İstanbul’dan bayram tatiline gelmiş, seçim olmasaydı köyde kalacak olan köylülerimin sırf oylarını kullanıp dönmek üzere İstanbul’a gideceklerini haber alıyorum. Aysel abla gibi bazıları da köye gelişlerini 23 Haziran sonrasına ertelemişler. Emekli Ebe Fatma da köyde ev yaptırmakta olduğu halde ustaları bırakıp sırf oyunu kullanmak için Fatsa’dan İstanbul’a gidip dönecek. “Vatandaş olduğumu ve bunun gereğini yapmam gerektiğini ilk kez bu kadar açık görüyorum” diyor.
Yurttaşlar, hizmetçi muamelesi görmeye tahammül edemez olmuşlar.